Son İletiler

1

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI: KARGA PEŞİNDE
Mustafa, annesi ve kız kardeşi ile birlikte dayısının çiftliğine gitti. Akşamüstü çiftliğe vardıklarında dayısı onları çok candan bir şekilde karşıladı. Hal-hatır sormalardan, iltifatlardan sonra akşam yemeği yendi. Yemekten sonra bir saat kadar daha sohbet edildi ve ardından geceyi geçirmek üzere odalarına çekildiler.

Ertesi sabah sabahın erken saatlerinde dayısı Mustafa’ya çiftliğin her tarafını gezdirip gösterdi. Öğle vaktine doğru bakla tarlasına gittiler. Tarlanın kenarına geldiklerinde dayısı parmağı ile tarlasındaki tohumları yemekte olan kargaları işaret ederek: “ Bak Mustafa, şu kargaları görüyor musun? İşte bunlar bizim baş düşmanımız. Ben uğraşayım, çalışayım, onlar gelsinler tohumları yesin bitirsinler. Oh ne ala, ne ala! Kimseye faydası olmaz şu karga murdarının. Yaptıkları anca zarar, ziyan. Bir de şu korkuluğun omuzlarına, kafasına konarlar “ gak gak “ diye öterler yüzlü yüzlü. Korkuluğun sadece adı korkuluk. Şu hale bak. Dört beş karga omuzlarına konmuş, yemişler tohumları, doymuşlar, güneşleniyorlar. Gel Mustafa, kovalım şunları “ diye söylendi.

Mustafa ile dayısının geldiklerini gören kargalar uçup gittiler. Daha sonra dinlenmek için bir ağacın altına otururlarken Mustafa, dayısına: “ Dayıcığım, bu tarla hep böyle midir? “ dedi. “ Yani içinde çalışan, bekleyen olmadığı zamanlar kargalar tohumları yerler mi? “
Dayısı: “ Yerler Mustafa’m yerler. Bunlar sahipsiz bir tarla görmesinler. Onu, yirmisi toplanır gelir. Böyle gündüzleri tarlada beklemezsen birkaç haftaya kalmaz toprakta bir tek tane bırakmazlar” dedi.

Bunun üzerine Mustafa konuyu toparlama ihtiyacı hissetti: “ Peki dayıcığım, o zaman kargalar tohumları yiyip bitirmesinler diye sabahtan akşama kadar bekçilik yapmak zorunda kalıyorsunuz. “
“ Aynen dediğin gibi oluyor Mustafa. Çiftlikte yapılacak bir sürü iş varken, ben buraya gelip karga peşinde koşuyorum. Ne yaparsın ki, bu bakla tarlası çok önemli. Baklalar olgunlaşınca hem kendimize yemeklik oluyor, hem de arabaya yükleyip pazarda satıyorum; iyi de para ediyor. “
“ Demek ki burada bekçilik yapmak işleriniz için büyük engel teşkil ediyor, sevgili dayıcığım. O halde izin verirseniz yarından tezi yok kardeşim Makbule ile gelip burada bekleriz. Siz de çiftlikteki işleri yoluna koyarsınız. Kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğimi bilmenizi isterim. “
“ Hay, sen aklınla bin yaşa, Mustafa! Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Daha önce defalarca düşünüp de içinden çıkamadığım bu büyük sorunu kolayca çözüverdin. Bugün akşama kadar burada kalırız. Tarla bekçiliği nasıl yapılır iyice öğrenirsin. Zaten zor bir tarafı yok canım. Biraz dikkatli olup kargaları kollaman yeterli. Akşama çiftliğe dönünce annene ben söylerim. Onun da rızasını almak lazım. “

Ertesi sabah erkenden yengesinin hazırladığı börekleri bir torbaya koyan Mustafa kız kardeşi Makbule ile birlikte dayısının bakla tarlasına geldi. Gelir gelmez de, tarlaya inen kargaları kovalamaya başladılar. Öğle vaktine doğru ikisi de çok yorulmuştu. Bunun sebebi: Bir defa tarla oldukça büyüktü. Bir tarafa üç beş karga tohumları yemek için gelseler Mustafa ile Makbule hemen koşuyorlar kargaları kovalıyorlardı. Aynı kargalar uçuyorlar, tarlanın öteki tarafına iniyorlardı. Tarlanın bir başından bir başına koşup durmak onları yormuştu. İşin içine başka kargalar da karışınca durum iyice çekilmez hal almıştı.

Öğle vakti bir köşede oturup yengesinin hazırladığı börekleri yerlerken Mustafa Makbule’ye sorunu kökünden halledecek bir yöntem bulduğunu söyledi ve şunları ekledi: “ Makbule, kargaların bize oynadığı oyunun bilmem farkında mısın? Biz bu tarlaya gelir gelmez acemi olduğumuzu anladılar. Uygulamak istediğim yöntem oldukça basit. Tarlanın ortasında bulunan kulübenin içinden tarlayı enlemesine bölen bir çizgi çektiğimizi farz edelim. Bu çizgi tarlayı iki eşit parçaya böler. Yukarı tarafta kalan parça biraz meyilli, burası benim olsun. Aşağı tarafta kalan parça dümdüz, burası da senin olsun. Herkes kendi bölgesindeki kargaların kovalanmasından sorumlu olacak. Eğer kendi bölgenin ortalarına yakın bir yerde durmaya özen gösterirsen sabahki yorgunluğunun iki kat azaldığını fark edeceksin. Şimdi konuyla ilgili bana sormak istediğin bir şey var mı? “
“ Ne diyebilirim ki Mustafa abi. Sen yapmamız gerekeni tam olarak anlattın. Burada bana düşen görev anlattıklarını eksiksiz olarak uygulamamdır. “
“ Aferin sana Makbule. Senin gibi söz dinleyen, kavrayışı kuvvetli bir yardımcı ile çalışmak benim için şereftir. Bu başarı sadece benim değil, ikimizin başarısı olacaktır. Şimdi biraz acele edelim, böreklerimizi yiyelim de işe başlayalım. Bak kargalara, meydanı boş bulunca nasıl da çoğaldılar. Belki şu an için tarlanın üstünde uçmaktan başka bir şey yaptıkları yok ama eğer acele etmezsek birer ikişer tarlaya inmeye başlayacaklarına eminim. Dayıma, kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğim, diyerek söz vermiştim. “

Mustafa’nın kendi buluşu olan yöntem başarılı oldu. Akşamüstü hava kararmaya başladığında kargalar geceyi geçirmek için konaklama yerlerine giderken aç ve yorgundular. Çiftlikte yenen akşam yemeğinden sonra Makbule, o gün olanları ve kargaların üzgün ve perişan bir şekilde gidişlerini anlatırken, odada bulunanlar kahkahalarla gülmekten kendilerini alamıyorlardı. Annesi Zübeyde Hanım, “ Benim Mustafa’m çok akıllıdır “ diyerek sarı saçlı, mavi gözlü oğlunu gururla alnından öperken, Mustafa vakur halini hiç bozmadan duruyor, sadece gülümsemekle yetiniyordu.

SON

Serdar Yıldırım

ATATÜRK'ÜN LİDERLİK SIRLARI
Tutku Yayınevi
7. Basım Haziran 2011
Sayfa 40 - 53

YAŞAMA YÖN VERENLER
Atatürk'ün Çocukluk Anıları
Ata Yayıncılık - Ankara 2012
Sayfa 15 - 36
2

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI:  VATAN SEVGİSİ
Mustafa’nın kız kardeşi Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı. Bugün Mustafa tek başına bakla tarlasında bekçilik yapacaktı. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığı ilk günlerde kargalar Mustafa’nın ne derece zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve onun uyguladığı yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi.

Mustafa sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın tam ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdu. Aradan yarım saat geçmeden canı sıkılmaya başladı. Böyle boş oturmak O’na göre değildi. O, bir şeylerle meşgul olsun, bir işe yarasın, faydalı olsun isterdi. Dayısının bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordu, faydalı oluyordu, fakat bunlar yeterli miydi? Hayır, yeterli değildi. Ne yapabilirdi? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdun, öğrenirdin, fikirlerin gelişirdi. Mustafa bir kitap alıp okumaya başladı. Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canı da sıkılmıyordu.

Aradan iki saat geçmişti. Mustafa ilerideki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördü. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilen Mustafa yerinden kalktı, kitabı kulübeye bıraktı ve yaşlı adamın yanına gitti. Mustafa söze şöyle bir giriş yaptı: “ Merhaba dede, nereye böyle? “
Yaşlı adam: “ Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum. Bu kuzuyu toruna hediye olarak götürüyorum. Geçen ay köye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar. Torun kuzu diye tutturmuştu. Ben de, şimdi çok küçükler, biraz büyüsünler bir tane sana getiririm dediydim. Alsın kuzuyu besleyip büyütsün. Dünyada en önemli şey sevgidir. Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer. Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek öğretilmemiştir. Bir bilinmezlik içinde bocalar durur. Yüzyıllardır süregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar çıkardılar. Toplumları birbirine düşman ettiler. Sonuçta bunun acısını insanlık çekti. İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz. Sevmek çok güzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım. “

Yaşlı adam konuşurken Mustafa oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemişti. Şimdi söz hakkı Mustafa’nındı: “ Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar. Ben vatanımı çok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum için gurur duyuyorum. Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl öğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim. Tavsiyelerin neler olacak? “
Mustafa’ nın coşku dolu konuşması yaşlı adamı şaşırtmıştı. On yaşlarındaki bir çocuğun bu derece bilgili ve kültürlü olması, düşüncesini korkusuzca söyleyebilmesi, öğrendiklerini yeterli bulmaması, yeni bir şeyler daha öğrenmek için soru sorması akıl alır gibi değildi. Hani bu yaşlardaki kaç çocuğun aklına gelirdi vatan sevgisi?

Yaşlı adam düşüncelerinden sıyrılınca, gülümseyerek: “ Evlat, adını demedin bana, neydi adın? “ deyince Mustafa: “ Dede, benim adım Mustafa “ dedi.
Bunun üzerine yaşlı adam: “ Sana tavsiyem Büyük Vatan Şairi Namık Kemal olacak. Namık Kemal, türlü engellemelere karşın vatanını çok sevdiğini haykırmaktan çekinmedi. Bu uğurda çok acı çekti, fakat hiçbir acı O’nu vatanına hizmetten alıkoyamadı. “
Mustafa: “ Bundan sonra Namık Kemal’in şiirlerini daha bir önem vererek okuyacağıma söz veriyorum. Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum “ dedi.

Yaşlı adamın mutluluk hakkında söyledikleri şunlar oldu: “ Mutluluk yaşamsal bir gerçektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır. Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna gölge düşürmeden istemek sana kalmıştır. Mutlu olmak için büyük şeyler istemek gerekmez. İnsan isterse bir kelebeğin uçuşunu görüp mutlu olabilir. Her neyse Mustafa yavaş yavaş kalkayım. Hava kararmadan kasabaya varmalıyım. Anlattıklarımın sana bir parça faydası olduysa ne mutlu bana. İyi günler dilerim. “
Mustafa: “ Ne demek dede, hem de çok faydası oldu. Ben de sana iyi günler dilerim. Yolun açık olsun “ dedi. Mustafa yaşlı adam gittikten sonra kulübeye döndü ve sandalyesine oturarak konuşulanları düşünmeye başladı.

SON

ATATÜRK'ÜN LİDERLİK SIRLARI
Tutku Yayınevi
7. Basım Haziran 2011
Sayfa 40 - 53

YAŞAMA YÖN VERENLER
Atatürk'ün Çocukluk Anıları
Ata Yayıncılık - Ankara 2012
Sayfa 15 - 36


3


ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI:  ÇİFTLİKTEKİ HIRSIZ 
Bir akşam yemeği sonrasında çiftlikteki odada oturulmuş ve gündelik olaylar konuşuluyordu. Hüseyin Ağa: “ Yarın erkenden elma bahçesini çapalayıp, yabani otları ayıklamaya gidecektim ama çapayı bulamadım. Hanım, çapayı bir yere koymuş olmayasın? “
Hüseyin Ağa’nın karısı: “ Efendi, çapanın alet dolabında olması lazım. İki gün önce temizlik yaparken oradaydı. “
Hüseyin Ağa: “ Öyle de bugün akşamüstü baktım dolapta yoktu. Belki dedim sağa sola bırakmışlardır. Aradım, bulamadım. “
Hüseyin Ağa’nın çocukları, Zübeyde Hanım, Mustafa ve Makbule çapayı almadıklarını söylediler. Bunun üzerine Hüseyin Ağa: “ Hanım, son günlerde çiftliğe yabancı biri geldi mi? “ diye sordu.
Karısı: “ Hayır Efendi, kimse gelmedi. Hep biz bizeyiz. “
Hüseyin Ağa: “ Desene çapa sır olup uçtu. “
Mustafa fikrini söylemek ihtiyacını hissetmişti: “ Dayıcığım, çiftliğe hırsız girmiş olamaz mı? “

Mustafa’nın sorusu odada bulunanların üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Gözler Mustafa’dan yana döndü.
Hüseyin Ağa: “ Ne hırsızı? “ diyebildi.
Mustafa: “ Bir hırsız gelmiştir, çiftliğe girip çapayı çalmıştır. “
Hüseyin Ağa: “ İki gündür ben, yengen, annen ve çocuklar çiftliğin avlusundaydık. Ayrıca köpekler var. Onlar geceleri burada kuş uçurtmazlar. Hani dediğin olmaz diyemem ama biraz zor. Hem hırsız neden sadece çapayı alsın, öteki aletleri de alıp götürebilirdi. Bırak çapayı, aletleri, çiftlikte daha değerli pek çok eşya var. Bunlar dururken neden yalnızca çapayı aldı? “
“ Dayıcığım, hırsızın ya çapa çok işine yarıyor ya da çapayı satmak kolayına geliyor. Sadece çapayı almasının nedeni vereceği zararın büyük olmasını istemediğinden, yani hırsız insaflı biri. Gündüz gelse gören olurdu. Kimse onu görmediğine göre gece geldi. Köpekler hırsızı tanıdıkları için ses çıkarmadılar. Bu da hırsızın köyden biri olduğunu gösteriyor. “

“ Pes be Mustafa, senin zekâna diyecek yok doğrusu. Aslında ben de zeki sayılırım ama sen benden çok ileridesin. Ortada fol yok, yumurta yok , alt tarafı bir çapa kayboldu. Bana kalsa yarın çapayı arar dururum. Sana inanıyorum Mustafa ve yarın çapayı aramayacağım. Artık geceleri nöbet tutacağız. İlk nöbet benim. Eee, sen ne diyorsun Zübeyde, şu hırsız işine? “
“ Mustafa’nın dediklerine katılıyorum. O, boşuna konuşmaz. Söyledikleri hep doğru çıkar. Daha on yaşında ama çok akıllı. Bambaşka bir çocuk. Darısı bütün çocukların başına. “
Hüseyin Ağa gece yarısına kadar çiftliğin avlusunda nöbet tuttu. Daha sonra nöbeti Mustafa devraldı. Mustafa avluyu en iyi görebileceği yer olan çiftlik evinin birinci kat merdiveninin orta sırasına oturdu. Alet dolabının bulunduğu kulübe yan taraftaydı. Eğer hırsız gelirse önünden geçecek ve onu rahatça görecekti.

Aradan bir saat geçmişti ki, Mustafa karşıdaki ağaçlıktan hızlı adımlarla yürüyerek gelen bir gölgenin alet dolabının bulunduğu kulübeye girdiğini gördü. Gölge, o kadar rahat hareket ediyordu ki, hayret edersin. Sanki babanın çiftliği, gel gir hiç korkmadan, dimdik yürü, kazma, kürek, çapa eline ne gelirse al git. Mustafa köyden olan bu adamı ay ışığı altında tanımıştı. Onun mert, dürüst biri olduğunu biliyordu. Konuşmuşlukları, tanışmışlıkları vardı. Bırak Hüseyin Ağa’yı, bırak çifti-çubuğu, benim küçük dostum, sen büyümüşsün küçülmüşsün ama yine büyüyorsun ve sonsuza dek büyüyeceksin diyen birinin yani bu adamın, kendisini hiçe saymasını, kendisinin de bulunduğu çiftlikten bir şeyler çalmasını onuruna yediremedi. Mustafa kızgın bir şekilde yerinden kalktı, gitti kulübenin kapısının dört-beş metre gerisinde durdu, ellerini beline dayadı, bekledi. Biraz sonra kulübeden çıkan adam kapıyı kapadı. İki adım attı, Mustafa’yı gördü, elindeki kürek yere düştü. Adamın gözleri yaşardı, belli ağlıyordu. Adam elinin tersiyle gözyaşlarını sildikten sonra başını sağa-sola birkaç kere salladı ve küreği yerden alarak Mustafa’nın yanından yürüdü, gitti.

Mustafa o gece sabaha kadar nöbet tuttu. Aslında Mustafa’dan sonra nöbet sırası amcasının oğluna geliyordu ama Mustafa amcasının oğlunun yerine de nöbet tutmuştu. Çünkü O, yarın yapacağı girişimleri bir plan dahilinde belirlemek istiyordu. Adam çapayı, küreği çalmıştı ama bunun bir nedeni olmalıydı. Kimse durup dururken başkasının malını izinsiz almazdı. Bu bir suçtu fakat suçluyu suç işlemeye iten nedenler vardı. Nedenlerin sebepleri vardı.
Mustafa ertesi gün öğle vakitleri adamın evine gitti. Kapıyı dokuz yaşındaki Ahmet açtı.
Mustafa: “ Vay Ahmet, canım kardeşim. Nasılsın, iyi misin? Ben geldim. “
Ahmet: “ Hoş geldin, Mustafa abi. Sağ ol, iyiyim. “
Mustafa: “ Ayşe nerede? Neden buraya gelmiyor? “
Ahmet: “ Mustafa abi, Ayşe annemin yanında. Annem bir haftadır hasta. Babam annem ölmesin diye dün kasabaya yürüyerek gitti. Birisi çapa vermiş ödünç diye, onu rehin bırakıp ilaç almış. İlacı anneme içirdik. Bu sabah babam yine kasabaya gitti. Elindeki küreği rehin bırakıp ilaç alacakmış. Daha sonra babam çapayla küreği parasını ödeyip geri alacak ve sahibine teslim edecekmiş. Babamın getireceği ilaç annemi iyileştirecekmiş. Sence annem iyileşir mi Mustafa abi? “

İnsanın taş yürekli olması lazımdı bu durum karşısında ağlamaması için. Mustafa gözyaşlarını tutamadı. Birkaç dakika sonra Mustafa ile Ahmet içeri girdiler. Ayşe yatakta yatan annesinin başucundaki sandalyede oturuyordu. Mustafa’yı görünce ayağa kalktı. Hasta kadın kollarını iki yana açarak Mustafa’nın sarılmasını bekledi. Mustafa sandalyeye oturdu ama bu davranışının sebebini açıklaması gerekti:   “ Yengeciğim iyileşince birbirimize sarılırız. Yine eskisi gibi güzel günlerimiz olacak. Bundan sonra daha fazla evinize geleceğim. Yanlış bir hareketiniz hastalığınızın artmasına yol açabilir. Bunun için size sarılmadım. “
Hasta kadın zorlukla konuştu: “ Olur Mustafa. Dediğin gibi olsun. Ben de en kısa zamanda iyileşmeye bakarım. “
Daha sonra çiftliğe dönen Mustafa olanlardan kimseye söz etmedi. Yeni gelen ilaçları içen kadın on beş gün içinde iyileşti. Adam başkasının tarlasında çalışarak kazandığı parayla çapayı ve küreği rehinden kurtardı. Bir gece yarısı son defa çiftliğe girerek çapayla küreği yerine bıraktı. Son sözü Mustafa söyledi:  “ Akıl ve mantık çizgisinden ayrılmayan insan olmanın bilincine varır. İnsan iradesini kullanarak gerçekleri görür. Yanlışta bile olsan doğru gözünün önündedir. Gözünün önündekini görmek için, göz kapaklarını aralarsın yani okuyup öğrenirsin.

SON

Serdar Yıldırım

ATATÜRK'ÜN LİDERLİK SIRLARI
Tutku Yayınevi
7. Basım Haziran 2011
Sayfa 40 - 53

YAŞAMA YÖN VERENLER
Atatürk'ün Çocukluk Anıları
Ata Yayıncılık - Ankara 2012
Sayfa 15 - 36

4

ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANISI:  ARKADAŞ DEDİĞİN BÖYLE OLUR
Bazı günler Mustafa Makbule’yi bakla tarlasında yalnız bırakıp çevrede gezmeye çıkıyordu. Bir gün Mustafa gezerken bir kaval sesi duydu. Bu kavalı kimin çaldığını merak edip kaval sesinin geldiği tarafa doğru yürüdü. Biraz gidince baktı ilerideki bir ağacın altında on yaşlarında bir çoban kaval çalıyor, etrafında da koyunlar otluyordu. Mustafa bu çocuğun kavalıyla yarattığı sihirli dünyasını bozmak istemedi. “ Varsın çalsın garip “ diye düşündü. “ Ben de o kaval çalmayı bırakıncaya kadar burada oturur, beklerim. “

Aradan yarım saat geçti. Çocuk, türküler, oyun havaları çaldıktan sonra kavalını ağaca yasladı ve azık torbasını açıp yanında getirdiği yiyecekleri yemeye başladı. Mustafa oturduğu yerden kalktı, çocuğun yanına doğru yürümeye başladı. Karşıdan birisinin gelmekte olduğunu otların hışırtısından duyan çocuk başını kaldırdı. Geleni tanımıyordu. “ Acaba kim ki? “ diye düşündü. Mustafa çocuğun yanına gelince gülümseyerek:  “ Merhaba arkadaş, afiyet olsun “ dedi. “ Benim adım Mustafa. İzin verirsen yanına oturmak istiyorum. “
Çoban çocuk:   “ Tabii gel gel, buyur şöyle “ dedi. “ Hem bak acıktıysan hiç çekinme ye bir şeyler karnını doyur. Yemezsen, darılırım. “
Mustafa çocuğun yanına oturdu. Sessizce ikisi birlikte yemeklerini yediler. Daha sonra Mustafa: “ Arkadaş, çok güzel kaval çalıyorsun. Kendi kendine mi öğrendin yoksa bir öğreten mi oldu? “ diye sordu.
Çoban çocuk:   “ Köylük yerde böyle eften püften işleri öğreten olmaz “ dedi. “ Benim dedem de çoban, babam da çoban, eh, ben de çoban. Beş yaşına bastığımda babam, haydi bakalım Ali, al güt şu koyunları, deyip on tane koyun verdi bana. O günden bu yana çoban olup çıktık işte. Dedemi, babamı kaval çalarken dinledimdi. Bir gün canım sıkıldı, bu kavalı yaptım. Öyle böyle derken öğrendim çalmasını. Güzel çaldığımı az önce sen dediydin. Sağ olasın. “

“ Peki arkadaş, çoban olarak yaşamını sürdüreceğini söylüyorsun. Tabiatla iç içesin, koyunlarını güdüyorsun, dilediğince kavalını çalıyorsun. İşine pek karışan olmaz. Özgürsün, belki mutlusun da. Fakat senden öncekilerden gördüğün, onların yaşadığı yaşam tarzının dışına çıkarak, dışarıya taşarak, daha aktif bir hayat yaşamayı arzulamaz mısın? Kendine bir hedef seçersin ve hedefine varmak için yeterli bilgiyi öğrenmeye okula gidersin. Bu ön bilgiyi öğrendikçe, öğrendiklerinin ışığında fikirlerini geliştirirsin. Eğer isterse kişi vatanına, milletine faydalı olabilecek pek çok iş başarır. “
“ Ne yalan söyleyeyim, söylediklerinin bazı yerlerini tam olarak anlayamadıysam da çoğunu anladım. İyi güzel diyorsun da bizim köyde okul yok ki. Şehirdeki okula gitmeye kalksam, hiç tanıdığımız yok orada, kalacak yerim yok. Zaten babamlar bırakmazlar gideyim. Belki onlar da isterler Ali amir-memur olsun ama şu gördüğün koyunların başına bir çoban lazım. Herkes amir-memur olsa, çobanlığı kim yapacak? Boş ver beni be, düşünme beni be, bırak ben çoban kalayım. Sen asıl kendinden haber ver, buralarda kimlere misafir geldin ki? Hem senin geldiğin şehir büyük mü? Sizin okulda çok çocuk var mı okula giden? “

“ Bak arkadaş, hayatta insanın eline birtakım fırsatlar geçer. Önemli olan ele geçen bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilmektir. Bunun için de gayret gereklidir. Eğer biz seçtiğimiz hedefe ulaşmak için yeterli gayreti göstermezsek, zaman içinde, hedefimize gittikçe yaklaştığımızı değil, bilakis hedefimizden giderek uzaklaştığımızı fark ederiz. Kimsenin kimseye zorla meslek seçtirmesine taraftar değilim. Severek yapılmayan bir iş, bir uğraş, kişiye hayatı anlamsız kılar. Böyle biri de, eğer çıkış yolu bulamazsa yani hayatını anlamsızlıktan kurtaramazsa vatanına, milletine gerektiği şekilde faydalı olamaz. Şimdi arkadaş, sen şehirdeki okula gitmeye kalksan orada yatılı bir okula girerdin ve kalacak yer diye bir sorunun olmazdı. Az önceki sözlerinden bunun için birtakım engeller çıkabileceğinden çekindiğini anladım. Ayrıca da, senin buradaki yaşantından pek şikayetçi olmadığını fark ettim. Fakat okuma-yazma isteği ile yanıp tutuştuğun belli. Benim okuduğum okulda okuyan çocukları merak etmen bunu gösteriyor.  Ben, annem ve kız kardeşimle birlikte Selanik’ten dayım Hüseyin Ağa’nın yanına geldik. Kız kardeşimle birlikte dayımın bakla tarlasında bekçilik yapıyoruz. Fırsat buldukça çevrede gezintiye çıkıyorum. İşte böyle bir gezinti anında seni gördüm, yanına geldim, oturduk, konuşuyoruz. İki ay kadar dayımın çiftliğinde kalacağız. Yani iki ay seninle bir arada olabiliriz demek istiyorum. Arkadaş, eğer istersen sana okuma-yazma öğretmek istiyorum. Biz buradan giderken sen okuma-yazma öğrenmiş olursun ve sana bırakacağım ders kitaplarını okuyup iyice öğrenirsin. Bu arada boş durmayıp arkadaşlarına da okuma-yazma öğretmek için çaba sarf edersin. Yakın bir gelecekte sizin köyün öğretmeni olursun. Ne dersin arkadaş, ister misin okuma-yazma öğrenmek? “
“ Tabii ki, isterim istemesine de, becerebilir miyim dersin okuma-yazma öğrenmeyi? “
“ Becerirsin, becerirsin. Sen istedikten, biraz da gayret gösterdikten sonra başarılı olmaman için hiçbir neden göremiyorum. “

Mustafa daha sonra konuşmasının bir bölümünde Selanik’te Şemsi Efendi’nin İlkokulunda okuduğunu fakat babası Ali Rıza Efendi’nin ölümü üzerine, annesi ve kız kardeşiyle dayısının yanına geldiklerini anlattı. İlkokulu bitirdikten sonraki amacının Askeri Rüşdiye’nin imtihanlarını kazanarak oraya girmek, Rüşdiye’yi bitirdikten sonra yüksek öğrenimine devam ederek sonunda subay olmak olduğunu belirtti. Mustafa ile Ali bir süre daha konuşmalarına devam ettiler ve yarın aynı yerde buluşmak üzere birbirlerinden ayrıldılar.

Mustafa fırsat buldukça Çoban Ali ile bir araya geldi; ona okuma-yazma öğretebilmek için çırpınıp durdu. Mustafa’nın bu iyi niyetli çabaları boşa gitmedi. Bir süre sonra Ali, okuma-yazma öğrenmeye muvaffak oldu. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Mustafa:  “ Arkadaş, annem beni Selanik’e teyzemin yanına gönderiyor. Yarın gidiyorum. Selanik’te okumaya devam edeceğim. İşte ders kitaplarımı getirdim. İlk tanıştığımız günkü konuştuklarımızı unutmadın sanırım. Bu kitapları iyice oku, öğren. Fakat öğrendiklerin sende kalmasın. Öğrendiklerini arkadaşlarına da öğret, onlara da okuma-yazma öğret. Bir ülkede cahiller ne kadar çoksa, o ülke, o kadar geri kalmış demektir. Ülkemizin medeni milletler seviyesine erişebilmesi, her ferdin, üzerine düşen görevi yapmasıyla gerçekleşir. Sadece ben okuma-yazma biliyorum, ben bilgiliyim demekle olmaz. Başkalarına da okuma-yazma öğretmedikçe, eğitmedikçe, bilgilendirmedikçe görevin tamamlanmış sayılmaz, yarım kalır. Bunu sakın aklından çıkarma. En güzel günler senin olsun arkadaş, hoşça kal. ” dedi ve elini uzattı.
Çoban Ali, kendisine uzatılan dost eli sevgiyle sıktıktan sonra:   “ Seni subay olmuş yürürken görür gibi oluyorum, Mustafa. İnşallah vatana, millete yararlı olursun. Mustafa adını hiç unutmayacağım, sen de, Çoban Ali adını unutma. Subay olunca fırsat bulursan gel gör beni, ben hep buralardayım, olur mu Mustafa? “ derken göz pınarlarından akan yaşları silmek gereğini duymuyordu.

SON

Serdar Yıldırım

ATATÜRK'ÜN LİDERLİK SIRLARI
Tutku Yayınevi
7. Basım Haziran 2011
Sayfa 40 - 53

YAŞAMA YÖN VERENLER
Atatürk'ün Çocukluk Anıları
Ata Yayıncılık - Ankara 2012
Sayfa 15 - 36

5
Serbest Kürsü / Ynt: 23 Nisan Ve Cumhuriyet Şiirleri
« Son İleti Gönderen: Serdar Yıldırım 05 Nisan 2024, 12:55:32 »


KURTULUŞ SAVAŞI NASIL BAŞLADI?
Mustafa Kemal Paşa
9. Ordu Müfettişi olarak
18 Silah arkadaşıyla birlikte
16 Mayıs 1919 günü İstanbul'dan yola çıktı.
Peşlerinde iki ingiliz zırhlısı vardı.
Onları atlatmak kolay olmadı.
Fırtınalı bir havada
Bandırma Vapuru' yla
Kıyı şeridini takip ederek
17 Mayısta İnebolu'ya
18 Mayısta Sinop'a uğradı.
19 Mayıs 1919' da emperyalizmin ağlarını yırtarak,
Samsun Limanı'na demir attı.
Böylelikle Türk'ün Kurtuluş Savaşı başladı.

SON

--------------------------------------

                    ATATÜRK
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
*                *                *                *
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
*                *                *                *
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk
Atatürk, Atatürk, Atatürk, Atatürk

SON

------------------------------------------

TÜRK BAYRAĞI VE BEN
Top sahasının kenarına Türk Bayrağı asılmıştı.
" Selam Türk Bayrağı, anlısın, şanlısın, dalgalanırsın.
Sonsuza kadar dalgalan. "
Türk Bayrağı, selam, dedi.
Sözlerinle beni gururlandırdın.
Adın ne senin?
" Serdar Yıldırım. "
Sen Atatürk'ü gördün mü?
" Hayır, görmedim. "
Resmini de mi görmedin?
" Resmini gördüm. "
Kaç kere gördün?
" Bin kere, milyon kere gördüm. "
En son ne zaman gördün?
" Dün gördüm. "
Demek bugün görmedin?
" Bugün görmedim ama görürüm. "
Türk Bayrağı coşkuyla dalgalanmaya başladı.
Mutluydu, gülümsüyordu.
" Ayından, yıldızından mutluluk okunuyor, dedim.
Şiirini yazayım mı? "
Yaz, dedi.
" Yanımda kağıt, kalem yok. "
" Eve gidince yazarım. "
" Sonra gelip sana okurum. "
Olur, dedi.
En kısa zamanda bir araya gelmek üzere ayrıldık.

SON

--------------------------------------------------

YAŞASIN ATATÜRK
Bir arkadaşım vardı.
Atatürk'ü sevmezdi.
Atatürk bu vatanı kurtarmasaydı.
Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmasaydı.
Yunan galip gelseydi.
Rahatça ibadet ederdim, dedi.
*            *           *           *
Ben: İbadetini rahatça yapıyorsun.
İlçemizde pek çok cami var.
İstediğine gidip namaz kılıyorsun.
Seni engelleyen mi var? diye sordum.
*            *           *           *
Şey, yani, fakat, dedi.
Bunlar cumhuriyetin rahatlığı, dedim.
Kimse sana namazı bırak demez.
Yunan galip gelseydi
Camiye gitmeyi yasaklardı.
Arkadaşım, gerçekten yasaklar mıydı? diye sordu.
Yasaklardı, dedim.
Camide namaz kılamazdın.
*            *           *           *
Arkadaşım, iyi ki yunan galip gelmemiş.
Atatürk iyi komutanmış.
Savaşmış ve yunanı yenmiş.
Bana, Atatürk, İslam'a zarar verdi, dediler.
Ben de inandım.
Meğer Atatürk, İslam'ı yüceltmiş.
Var olsun Türkiye Cumhuriyeti.
Yaşasın Atatürk.

Yazan: Serdar Yıldırım
6
Serbest Kürsü / 23 Nisan Ve Cumhuriyet Şiirleri
« Son İleti Gönderen: Serdar Yıldırım 05 Nisan 2024, 12:54:53 »

23 NİSAN VE CUMHURİYET ŞİİRLERİ   
23 NİSAN
Bugün 23 nisan
Coşkulu tüm çocuklar
Atatürk'ün çocuklara
Armağan ettiği bir bayram.
*        *        *        *
Sevinin çocuklar
Gülün, oynayın
Bakın Atatürk size
Bu bayramı hediye etti.
*        *        *        *
Yoktu böyle bir bayram
Dünyada bir ilk
Farkına vardı bunun
Yüce Atatürk.

SON

--------------------------------------

23 NİSAN COŞKUSU
Atatürk'e inansan
O'nun yoldaşı olsan
Dünya uygarlığından
Biraz medeniyet kapsan.
*        *        *        *
Zaman geriye gitmez
Hep ileri gider
Atatürk'ün çağdaş fikirleri
Gerici düşünceyi siler.
*        *        *        *
Atatürk bu vatanı kurtardı
Cumhuriyeti kurdu
O'na minnettar olmalıyız
Türkiye Cumhuriyeti'ni korumalıyız.

SON

--------------------------------------

CUMHURİYET ÇOCUKLARI
Neşelidir, güler yüzlüdür
Cumhuriyet çocukları
Geleceğe güvenle bakar
Cumhuriyet çocukları.
*           *           *           *
İnsanların barışında
Uygarlık yarışında
Atatürk'ün peşinden koşar
Cumhuriyet çocukları.
*          *         *          *
Kitap okur, öğrenir
Kendine güveni tamdır
Fikirde, düşüncede özgürdür
Cumhuriyet çocukları.

SON

--------------------------------------

19 MAYIS 1919
Bugün 19 mayıs
Anadolu Halkı üstünde oynanan bahis.
*            *           *           *
1919 ve 1923 yılları arası
Olmadı hiçbir asker terhis.
*            *           *           *
Mustafa Kemal Samsun'da göründü
Düşmanın ışığı bir anda söndü.
*            *           *           *
Işığı tekrar  yakmak fayda etmedi
Mustafa Kemal vardı, O'na güç yetmedi.
*            *           *           *
Mustafa Kemal bu, seni rakip tanır mı?
Zorlu bir savaşta sana nefes aldırır mı?
*            *           *           *
Ey ingiliz, Çanakkale'de Anzak'ı öne sürdün
Sadece Anzak'ı değil, kendini de bitirdin.
*            *           *           *
Nasıl ama Mustafa Kemal şahlandı
Türk Askeri mevzide cephe aldı.
*            *           *           *
Pişman ve perişan oldun, çöktün
Vurulup düşen Anzak'ın üstünü toprakla örttün.
*            *           *           *
Taarruz Kemal geldi dedin, neden kaçtın?
Güneş batmayan imparatorluğuna korku saçtın.
*            *           *           *
Kaldı mı Mustafa Kemal'den sonra senin imparatorluğun
Zirveden öyle bir düştün ki, kalmadı korkuluğun.

Yazan: Serdar Yıldırım
7
Serbest Kürsü / Zübeyde Hanım Doğumevi - Serdar Yıldırım
« Son İleti Gönderen: Serdar Yıldırım 23 Mart 2024, 00:16:18 »

ZÜBEYDE HANIM DOĞUMEVİ 
Tarih 20- Mayıs -2020 Bursa Zübeyde Hanım Doğumevi önünde Zübeyde Hanım ile birlikteyim:  Sayın Zübeyde Hanım, burası 1981 yılında  125 yatak kapasitesi ile kuruldu. Bakın sizin adınızı taşıyor.
- Benim adımı taşıyan bir doğumevi mi?  Kemalim 19- Mayıs -1919 tarihinde Samsun'a çıktıydı. Sonrasında Erzurum ve Sivas Kongreleri bunları biliyorum. 1- Kasım -1922 tarihinde saltanatı kaldırdı. Osmanlı İmparatorluğu resmen sona erdi. 1- Ocak -1923 yılbaşını hatırlıyorum. Ya sonrası?
-Tam ben söze girecektim ki, Mustafa Kemal Atatürk aniden yanımızda belirdi: Anneciğim, sonrasında 29- Ekim -1923 tarihinde Cumhuriyeti ilan ettim ve Türkiye Cumhuriyeti' ni kurdum. Cumhuriyet diyorum, özgürlük diyorum, bağımsızlık diyorum. Halkın kendi kendini yönetmesi diyorum. Beğenmediği yöneticiyi değiştirmesi diyorum.
- Ah Mustafa'm, benim yakışıklı oğlum. Sen de buraya geldin mi? Padişahın hakkında idam fermanı vardı. Bundan hiç mi korkmadın?
- Konu vatan savunması ise, canım bu vatana feda olsun. Bir Mustafa Kemal yok olsa, bin Mustafa Kemal var olur.  Mustafa Kemaller ölmez. Benim kurduğum Türkiye Cumhuriyeti bölünmez.             
Atatürk hırslanmıştı. Sağa sola bakındı. Bana doğru döndü: Çocuk senin adın ne? diye sordu.
Ben: Serdar Yıldırım, dedim.
- Şimdi burayı bana tam olarak tarif et bakalım.
- Kaplıcalar, yukarıda  kaldı. Senede bir iki defa gelip gittiğiniz Paşa Çiftliği kuzey batıda işte şu yanda bulunuyor.
- Çocuk, sen ne biliyorsun benim Paşa Çiftliği'ne gelip gittiğimi?
- Bir kitapta resminizi görmüştüm. Üstü açık arabanızın arka koltuğunda oturuyordunuz ve şoförünüz arabadan daha inmemişti. Yol toprak yoldu. Etrafta çiftlikten başka  yapı görünmüyordu.
- Doğru, o zamanlar tabiatla iç içeydik. Bursa yeşildi, bu kadar ev yoktu. İnsanlar çoğalmış. Arabalar çoğalmış. Yollarda insandan çok araba var.
- Doğrudur. Bu kadar araba benzin ve gaz ile gidiyor. Bu değirmenin suyu nereden geliyor, hep merak etmişimdir. Yakındaki bir yere insanlar arabayla gidip geliyor. Yürümek sağlıktır, benzin ve gaz için, dış ülkelere bağımlı kalıyoruz.  Döviz yurt içinde kalmalı. Ülke güçlü olmalı.
- Aferin sana çocuk. Kaç yaşındasın?
- 62 yaşındayım. Aynalarla aram iyidir. Her yeni güne yeni bir umutla başlıyorum.  Yolun yarısını geçtin diyenlere gülüp geçiyorum.
- Bak bu çok iyi. Yaşama sevinciyle dolusun.  Benim zamanımda atlar vardı, atlı arabalar vardı. Kaç dakikadır buradayım, ne at gördüm, ne atlı araba?
- Benim çocukluğum ve gençliğimde  atlı arabalar çoktu. Pazardan  karpuz, kavun aldığımızda bunları atlı arabaya yükleyip eve götürürdük. Son yıllarda atlı arabalar yok oldu.
Mustafa Kemal  Atatürk şöyle bir soru sordu: Şu anda Türkiye'de ne kadar insan yaşıyor?
- 2019 nüfus sayımına göre 83 milyon  insan yaşıyor.
- 1935 nüfus sayımına göre 16 milyondu.  Bu tarihten sonra Türkiye savaşa girdi mi?
- Girmedi.
- Girmediğine göre nüfus fazlasıyla artmış. Anadolu'nun bereketli toprakları planlı bir tarım sayesinde 200 milyon insanı rahatlıkla besler. Ben ağaca, ormana çok önem veririm. Bir ağacın kesilmesine izin vermem. Ağaç kesmek isteyene şöyle demiştim:  Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!

- Trablusgarp savaşı sizin katıldığınız ilk savaştır. Bu savaşta binbaşıydınız. Trablusgarp ve Bingazi'ye gitmiştiniz. Libya'ya çıkartma yapan düzenli İtalyan ordularına karşı bedevi araplarla birlik olarak yapılan savaşı nasıl kazandınız? Top yok, tüfek yok. Bunları nereden buldunuz? Bedevileri nasıl savaşçı yaptınız? Hücum deyip ileri atıldığınızda nasıl oldu da sizi takip ettiler?
- Herkes komutan olamaz, herkes savaşçı olamaz. Komutan, savaşçı bir kimliğe sahipse emrindeki asker  savaşçı olur. Güçlü bir ordunun başına yeteneksiz bir komutan getirirsen, o ordu yenilgiye uğrar. Bedevileri eğittim, onlardan bir ordu kurdum.  Yenilmemeyi öğrettim. Bana inanan arap şeyhleri, silah ve cephane tedarik ettiler. Halkı örgütleyerek, bu savaşı kazandım. Halk örgütlenirse yapılan her savaş kazanılır.

Çok değil, sizden kısa bir zaman sonra Hitler, Avrupa'ya saldırdı. Özellikle motorize birlikleri çok güçlüydü. Avrupa'yı ezdi, geçti. Almanlar geliyor diye Türk birlikleri Edirne - Enez hattında konuşlandı. Hitler, Türkiye'yi pas geçip kuzeye yöneldi. Bulgaristan, Romanya derken, Rusya'ya girdi. Moskova'yı kuşattı. Kışın gelmesiyle yenilgiye uğradı. Amerika'nın Fransa Normandiya kıyılarına çıkartma yapması bunda etkili oldu.
- Hitler'in derdi neymiş? 2. dünya savaşını neden başlatmış?
- Derdi Yahudilerle. Anılarında Almanya'da Yahudi'nin patron, üstün ırk dediği Alman'ın işçi olmasını hazmedemediğini yazmıştı.
Bildiğim kadarıyla Fevzi Çakmak, sizi tutuklamak için, 50.000 askerlik orduyla gelmişti.
- Doğrudur. Ben karşısına çıktım. Fevzi Bey, padişahın fermanını okudu ama öylece kalakaldı. Sanırım korkmadığımı anladı ve beni tutuklamak için, harekete geçemedi. İş bu duruma gelmişken, benim kollarıma kelepçe takmak için, yürek gerek. Sonradan Fevzi Bey ordusuyla birlikte benim tarafıma geçti.
Cumhuriyeti ilan ettikten sonra vatanı terk eden 156 lar var. Bunların çoğu sizin silah arkadaşlarınız. Aralarında biz maaşımızı padişahtan alıyorduk şimdi kimden alacağız diyenler oldu. Size de padişah ol dediler.
- Onlara uysam başa dönerdim. Biz neden Kurtuluş Savaşı yaptık diye sorardım.
1939 yılında bunların çoğu geri geldi. Mustafa Kemal haklı çıktı, biz yanıldık, dediler.

Daha sonra Zübeyde Hanım, doğumevini gezmek için, Atatürk ile birlikte ileri doğru yürüdü. Beni çağıran olmadığı için, onlarla birlikte gitmedim. Yıllar sonra bir araya gelen ana oğulun konuşacak çok şeyi vardı. Rahatsız etmek istemedim.

SON

8
Yardim Bolumu / Ynt: yığma yapılar bir sorum var
« Son İleti Gönderen: svarolgunes 21 Mart 2024, 22:11:34 »
sorunuzun cevabı  için geç mi kaldım bilmiyorum ama şöyle bir durum var. Döşeme teşkil etmediğiniz takdirde duvarları üst kotundan birbirine dik doğrultular boyunca bağlayan ve diyafram davranışı gerçekleştiren bir yapı oluşturmamış olacaksınız. Dolayısıyla en ufak yanal yüklemede çatı yüksek miktarda momente sebep olacak ve duvarlar muhtemelen düzlem dışı yıkılmaya maruz kalacaktır. Burada duvarların bir arada ve birlikte davranışını desteklemek gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de döşemenin asgari yönetmelikteki şartlarla teşkil edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
saygılarımla
9
Etabs / Ynt: Örneklerle ETABS
« Son İleti Gönderen: ojelimühendis 21 Mart 2024, 08:40:39 »
Merhaba, linki yenilemeniz mümkün mü?
10
Tekla/Xsteel / Ynt: Tekla material list alma hakediş için
« Son İleti Gönderen: umutyz 14 Mart 2024, 00:14:05 »
Merhaba tekla structures indirme linki varmı acaba yardımcı olurmusunuz